Aile Şirketlerinin Pay Sahiplerinin Hissedarlar Sözleşmesi İmzalaması Gerekli Midir?
Pay sahipliği, sermaye şirketlerinde sahip olunan hakların kullanımı bakımından temel nitelik taşıyan bir kavramdır. Pay sahipleri şirkete sermaye vaz etmeleri karşılığında şirketin paylarına sahip olurlar ve bu paylardan doğan hakları da pay sahipliği sıfatıyla eş zamanlı olarak iktisap ederler. Anonim şirketlerde tek borç ilkesinin bir gereği olarak, pay sahiplerinin taahhüt ettikleri sermaye bedelini şirkete vaz etmek dışında başka bir borcu bulunmamaktadır. Ancak, çoğunlukla pay sahiplerinin aile bireylerinden mütevellit olduğu aile şirketlerinde pay sahipliği kavramı, diğer şirketlere kıyasen farklı bir konuma sahiptir.
Yayınlanma Tarihi: 11/02/2019

Günümüzde aile şirketleri açısından dinamiklik, birbirini tanıyan bireylerden oluşma, hızlı karar alabilme gibi avantajlar mevcut olmasına rağmen genellikle kurumsallık konusunda, bu şirketlerin henüz yeterli seviyeye ulaşmış oldukları söylenemez. Bahse konu avantajları olduğu kadar aile şirketlerinde keyfiyet, dokunulmazlık, nepotizm gibi dezavantajların da mevcut olduğu görülmektedir. Bu dezavantajları ortadan kaldırmanın, şirketin varlığını kişilerin varlığından bağımsız ve sürdürülebilir kılmanın en önemli yolu ise kuşkusuz ki kurumsallaşmadan geçmektedir. Aile şirketleri açısından sürdürülebilirlik ve süreklilik ancak kurumsallaşma ile mümkün olabilir ve böylece aile şirketleri sonraki nesillere ulaştırılabilir.

Aile şirketlerinde kurumsallaşmanın yolu, aile anayasasının hazırlanması, aile konseyi oluşturulması, halefiyet planının yapılması gibi sistematik aşamalardan geçmektedir. Pay sahipleri arasında yapılan, pay sahiplerinin iç ilişkisini düzenleyen hissedarlar sözleşmesi, bir diğer deyiş ile pay sahipleri sözleşmesinin yapılması da bu kurumsallaşma aşamalarından birisidir. Bir tanım vermek gerekirse “Pay sahipleri sözleşmesi, anonim ortaklık pay sahiplerinin tamamının veya bir kısmının, pay sahibi olarak kendi aralarındaki hukuki ilişkiyi, kendilerinin ortaklıkla olan ilişkilerini veya ortaklığın tabi olmasını arzu ettikleri düzeni belirlemek üzere akdettikleri bir sözleşmedir” 

Hissedarlar sözleşmesi sayesinde pay sahipleri ile şirket arasında bağın güçlendirilmesinin yanında, şirketin temsil ve idaresine ilişkin birçok husus da açıklığa kavuşturulmuş olmaktadır. Ayrıca bu sözleşme ile şirketin yabancılaştırılmasının önüne geçilmesi de mümkün hale getirilebilmektedir ve şirket içi güç dengelerindeki eşitsizlik en aza indirgenebilmektedir. En nihayetinde kendi aralarında bağlayıcı olmakla birlikte pay sahiplerine, yukarıda bahsedilmiş olan tek borç ilkesi dışında ilave borç ve yükümlülükler getirilebilmektedir.

Şirketlerin temelleri esas sözleşmeleri üzerine kurulur. Pay sahipleri tarafından oluşturulan esas sözleşmenin içeriği Türk Ticaret Kanunu’nda (“TTK”) hüküm altına alınmış ve TTK ile her konunun esas sözleşmede düzenlenmesine imkân verilmemiştir.

Kısacası TTK uyarınca, esas sözleşme ancak belirli sınırlara tabi olarak oluşturulabilmektedir. Örneğin TTK’nın 339/2. maddesinde sayılan unsurların esas sözleşmede eksik olması halinde bir anonim şirketin kurulamayacağı açıkça düzenlenmiş ve esas sözleşmede yer alabilecek hususlar sınırlı sayıda sayılmıştır. Hal böyle olunca da pay sahiplerinin kendi aralarındaki ya da kendilerinin şirket ile olan ilişkilerine yönelik yapmak istedikleri düzenlemeleri esas sözleşme metni içerisine ekleyemedikleri görülmektedir. Esas sözleşmenin bu sınırlı kapsamı ise pay sahiplerinin ilave bir sözleşmeye ihtiyaç duymalarına sebep olmaktadır. Bu kapsamda, hissedarlar sözleşmesi ile herhangi bir sınırlandırma bulunmadan, pay sahipleri ihtiyaçları doğrultusunda, kendi aralarında bağlayıcı olan hükümlere yer vererek birbirlerine karşı hak ve yükümlülüklerini belirleyebilmektedirler.

Hissedarlar sözleşmesinin yapılması yoluyla esas sözleşme ile düzenlenemeyen sınırlamalar veya esas sözleşmeye eklenmek istenip de TTK’nın cevaz vermediği hususlar düzenlenebilmektedir, kaldı ki zaten bu sözleşmenin yapılmasının temelinde yatan amaç da budur. Tabii hissedarlar sözleşmesinin getirdiği bu serbesti de sınırsız değildir. En nihayetinde Türk Borçlar Kanunu (“TBK”) madde 27’ye göre ahlaka ve adaba aykırılık gibi genel hükümler, hissedarlar sözleşmesinin sınırlarını çizmektedir.

Hissedarlar sözleşmesinin hukuki niteliği incelendiğinde, ilk olarak bu sözleşmelerin TTK hükümlerine değil, TBK hükümlerine tabi bir sözleşme olduğu görülecektir. Atipik bir sözleşme olan ve herhangi bir şekle tabii olmayan hissedarlar sözleşmesinin, ispat kolaylığı bakımından uygulamada yazılı olarak yapılması önerilmektedir. Bu sözleşme nispi bir etki doğurmakta eş deyişle yalnızca sözleşmeyi imzalayan kişiler arasında bağlayıcı olmaktadır.

Şirketin kayıtlı olduğu ticaret sicil müdürlüğü nezdinde tescili yahut Türkiye ticaret sicil gazetesinde ilanı söz konusu değildir. Hatta bir şekilde tescil edilmiş olsa dahi, 3. kişilere karşı bu sözleşmenin bağlayıcı olduğu ileri sürülemeyecektir. Şirket de bu sözleşme bakımından üçüncü kişi sayılacağından, şirket veya yönetim organları da bu sözleşme ile bağlı bulunmamaktadır. Hissedarlar sözleşmesinin yürürlük süresi pay sahipleri tarafından serbestçe kararlaştırılabilir. Limited şirketler açısından ayrıca bir değerlendirme yapılması gereklidir.

Şöyle ki limited şirketlerde esas sözleşme, TTK’da şirket sözleşmesi olarak anılmaktadır.

Şirket sözleşmesine, esas sözleşmeden farklı olarak, ihtiyari kayıt koyma imkânı daha geniştir. Örnek vermek gerekirse, pay devrini ortaklar diledikleri gibi sınırlayabilirler hatta yasaklayabilirler. Bu kararlarını da şirket sözleşmesine yazarak tescil ettirebilirler. Böylece bu sınırlamalar 3. kişiler için de bağlayıcı hale getirilmiş olur.

TTK’nın 577. maddesi ile limited şirketlerde pay sahipleri hatta üçüncü kişiler bakımından bağlayıcılık kazanacak çok geniş düzenleme alanları mevcuttur. Ancak en nihayetinde daha geniş bir serbestiye sahip olunmak istenildiğinde limited şirket pay sahipleri için de hissedarlar sözleşmesi başvurulabilecek bir imkândır.

Pay sahipliğinin en temel yansıması muhakkak ki paya bağlı olan haklara da sahip olunmasıdır. Örneğin, pay sahibi kim ise, bu kişi sahip olunan paylardan doğan genel kurula katılma, kâr payı alma gibi hakları elde eder.

Pay devredildiğinde bu paya bağlı haklar da kendiliğinden ayrıca bir işlem yapılmasına gerek olmaksızın devrolunacaktır. Ancak her ne kadar pay sahipliği sıfatları sebebiyle imzalanmış olsa da hissedarlar sözleşmesinden doğan hak ve borçlar pay sahipliğine bağlı değildir. Bu durumda bir pay sahibinin hissedarlar sözleşmesi imzalayıp payını devrettiği durumda bu sözleşmeden doğan alacakları ve borçları da kendiliğinden devrolunacak mı sorunu ortaya çıkmaktadır.

Bu sorunun temeli tamamen hissedarlar sözleşmenin TTK da düzenlenmemiş olmasından kaynaklanmakta ve TTK’ya göre daha genel bir kanun olan TBK’nın irdelenmesi gerekliliği doğmaktadır.

Hissedarlar sözleşmesi nispi nitelikte olduğundan pay devri ile bu sözleşmede kararlaştırılan hakların ve borçların kendiliğinden payı yeni devralmış olan pay sahibine geçmesi mümkün değildir.

Bu durumda ise TBK’da düzenlenen alacağın temliki ve borcun nakli yöntemleri ile yeni pay sahibini bahse konu hissedarlar sözleşmesine taraf yapma imkânı bulunmaktadır. Ancak payı devralan yeni pay sahibinin hissedarlar sözleşmesine taraf olmaktan kaçınabilmesi mümkündür zira alacağın temliki ve borcun nakli için yeni pay sahibinin rızası aranmaktadır.

Hissedarlar sözleşmesinin nispi etkisinin bir diğer sonucu olarak; üçüncü kişiler böyle bir sözleşmenin varlığından haberdar olsalar dahi bu sözleşmeden doğan hak ve yükümlülükler onlar açısından bağlayıcı olmadığından, üçüncü kişilerin bu sözleşmeyi ihlal etmesinin mümkün olamamasıdır. Bu durum en çok pay devrinde karşımıza çıkmaktadır. Pay devrini kısıtlayan hükümler hissedarlar sözleşmesine konulabilir ancak bu hükümlere aykırı olarak yapılan pay devirleri geçerliliğini koruyacak ve şirkete karşı ileri sürülebilecektir. Örnek vermek gerekirse, hissedarlar sözleşmesi ile pay devrinde bir pay sahibine önalım hakkı tanınmış olması ve bu hükme uygun hareket edilmeden payın üçüncü bir kişiye devredilmiş olması halinde, hissedarlar sözleşmesine aykırı yapılmış olan bu devir geçerlidir. Bahsedildiği gibi üçüncü kişinin bu sözleşme hükmünden haberi olması halinde dahi devrin geçerliliği etkilenmeyecektir.

Hissedarlar sözleşmesinin ihlali halinde, bu sözleşmelerin TBK hükümlerine dayanması sebebiyle, uygulanacak yaptırımlar, TBK’da öngörülen yaptırımlardır. Söz konusu yaptırımlar genel olarak aynen ifanın talep edilmesi, tazminat, sözleşmeden dönme en nihayetinde de haklı nedenle fesihtir. İlaveten, cezai şart konularak da bu sözleşmeye aykırılık durumunda uygulanacak yaptırım yolları çeşitlendirilebilir ve sözleşmeye aykırı davranışlar için caydırıcı bir düzenleme getirilebilir.

Sonuç olarak, hissedarlar sözleşmesi, kurumsallaşmak ve kalıcı olmak isteyen şirketlerinin izlemesi gereken önemli bir yoldur. Bu sözleşme sayesinde kişisel kararların önüne geçilerek aile şirketlerinde pay sahiplerinin karşılıklı hak ve yükümlülüklerini önceden bilmeleri ve kuralları baştan koymaları mümkün olmaktadır. Aile şirketlerinde pay sahipleri, görüş aykırılıkları veya ihtilafların söz konusu olması halinde çözümleri hissedarlar sözleşmesinde bulabilecek, pay sahipleri arasındaki güven artacak, pay sahiplerinin şirket işlerine odaklanmasının ve şirketin kurumsallaşmasının esaslı bir adımı atılmış olacaktır.

 

Yasal Uyarı | Çerez Politikası | Kullanım Koşulları | Kişisel Verilerin İşlenmesi Hakkında Aydınlatma Metni | © 2024 DL Avukatlık Bürosu